29 Mayıs 2011 Pazar

LeyaLi..














Leyali..

Yalnızlığın hüznü var arzın derin çatlaklarında

kimsesiz bulutlar eser ruhumun ıraklarında

Ey "Füsunkâr" Sevgili! kaldır bakışlarını, bakma ardına

Kılma ruhuna azab,yürek ver umuda Allah aşkına





Leyali...

Uğruna umutsuzluk alemini mutluluklar yurdu yaptığım sevgili..

Ardından gelmeyi haşmet bilip, gölgesine bastığım sevgili..

Firak vaktinden beri vuslatına müptela olduğum sevgili..

Özlüyorum Leyali..Seviyorum Leyali...Hasretim Leyali...




"..."








sanıyorum ki Şiirin gerçek tınısı hikayesinde saklıdır..
yazanın yüreği bilir onu birde o yüreğe dokunan..

Şimdi Kim duyar Füsunkâr'ın sesini

kim anlar umutsuzluğun mutluluk bestesini..

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Zor Zamanda 'Okumak'*



Bu kadar İsmet Özel'le başa çıkılırmı ?

Muhtemelen yenik düşeceğim

Ama bazen hakikat bile isteye yenilmeyi göze almaktır :)




Bismillah...

NüHa







*"Zor zamanda konuşmak"ın uyarlanmış hali :)

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Bir Hira Ayazından..

















Bugüne dek bize imanın sınırlarında beklememizi öğütlemişlerdi de
bir kere olsun "ey iman edenler iman ediniz" ayetini düşünüp sınırı beklenecek bir imanın nasıl olduğuna dair bir soruyu soramamıştık..

"İman ettim mi ?ben müslümanmıyım ?ben iyimiyim?"deme gereği hissetmemiş, "iman aramaktır" diyenleri duymamıştık...Karşımıza geçenler "ey iyiler topluluğu" diye sesleniyordu, biz iyi.. "Ey müslümanlar" diyordu, biz müslüman olduğumuzu sanıyorduk...Ötekiler diye birileri vardı..İman etmeyen,kötü,ahlak yoksunu..bizse bildiklerimizden ve anladıklarımızdan hep emin, hep mutmain ve ötekilerin üzerinden huzuru yakalamış bir din algısı ile,hakikati aramaya dair işaret olucak tüm sorularımızı,buhranlarımızı, bunalımlarımızı kaybetmiş..susmuştuk..

En kötüsü de "emindik" artık şüphe etmeyi haddi aşmak olarak görüyorduk da hz. Ömer'in münafıklar listesini neden merak ettiğini sormuyorduk...
Eminlik zannımız olmuştu bizi içimizden çökerten,emin olmadığımız onca şey üzerine mış gibi yaparken,dışımıza yaptığımız yatırımda bir taşlık canımız kaldığını göremiyorduk...

Şeriati ;"bütün bildiklerimden şüphe edicek kadar imanımı artır" dediğinde biz çoktan iman etmeyi huzurla eşlemiş..Huzur islamdadır'ı hazla yer değiştirmiştik.. İslam diye öğrendiğimiz şeyin tüm argümanlarını başkalarına okumak için kullanıyorduk artık..Ötekiler duysun istiyorduk.. Ötekiler rahatsız olsun..Meydanlardan dönenlerimiz attığı sloganların sadra şifa olmadığını görüyordu da aynı argümanların bizde neden hayat bulmadığını soramıyordu.."Anladığımızı sandığımız gerçekte anladığımızmıydı?" bir kere olsun kibrin bu yapışkan örtüsünü aralayamıyorduk..Acabalarımızı cümlelerimizden atalı hayli olmuştu..



Artık "İslam" bizde heyecanı yitik ve umudumuzu harlamayan bir işlevsizlikti..Eylemlerimizi kaybettirmişti bu çarpık algı biçimi..Ötekileri suçlarken Aklımızı kutsadık ilk..Anladık dedik söylenenin anladığımız olduğuna inanarak..Vahyi bize inzal olmuş gibi okumak iddiasını güdüyorduk ama vahyi başkalarına okumaktan ayetlerle vurmaktan ne büyük haz duymaya başlamıştık..Benliğimiz susuzluktan ölüyordu oysa..

"Ben şahitlik ederim........." dememizi istesede Rabbimiz "ben" ile başlayan bu cümlenin öznesi olduğumuzu çoktan unutmuş..unutturulmuştuk...Öteki üzerinden kendimizi tanımlamayı istiyorduk böylesi daha kolaydı çünkü daha acısız ,daha zahmetsiz, daha mutlu...ötekinin varlığına hapsedilmiş bir benlikte " özgürlüğü" ağzımıza alacak kadar gafil üstelik..

Ötekine vuruyor..Öteki üzerine oynuyor..Ötekini suçluyorduk..
"Ben iyiyim çünkü kalbim iyiliği seviyor" yerine "ben iyiyim çünkü diğerleri kötü" diyecek kadar düşmüştük..
Artık ötekilerin kötülüğü kadar iyi...Ötekilerin isyanı kadar mümindik..


..............



Ve biri, eline maskeleri paramparça eden o taşı aldı bir gün..
Uykumuzun derininden kırılan can kırıklarımızla irkildik.. dökülüyorduk bir bir..
Maskelerin ardına sakladığımız Ben'imiz işaret ediliyordu çünkü..Yüzleşmek istemiyorduk ama çıplak kalıyordu ruhumuz kırılırken vitrinlerimiz..Bu hikaye senin diyordu..Ötekilerin örtülerine bürüdüğümüz ben'imizin üzerine elini uzatıyordu..aynalarla dolu bir oda da yalnız kalıyorduk..Hakikat, söylediğin tüm o sloganlardan daha yalın ve acımasızdır derken yüzleştiğimiz hayatlarımız bizi ilk kez böylesine rahatsız ediyordu..


Şimdi unuttuğu soruları tekrar hatırlayan,yüreğinin altüstlüğünü ilk kez korkmadan itiraf edebilen..Ötekilerinin kelepçelerini çözmeyi isteyen,aynalarının acımasızlığıyla durmadan yüzleşmek isteyen...Yalnızlığı kalabalıkların arasında yüreğine erdem bilen.. bir avuç yolcu..başımızı ellerimizin arasına alıp dönüyorduk evlerimize..

Giderken yolun çoğunu yürüdüğünü sanan biz..yürüdüğümüzü sandığımız yolun başına dönmeyi istiyorduk ilk kez;
Ve bizim hakikatimiz buradan başlıyordu..İlk kez aynaya doğru dönüp "Ben" kimim..? diyorduk..



Biz rahatsızdık ama "hakikat duyduğunda seni rahatsız ediyorsa yürünecek daha çok yolun vardır" demiyormuydu yola erken çıkan.



Artık

Yürünecek

yolda bir 'ben' vardı..



Mayıs/2011/İznik gölü
NüHa

15 Mayıs 2011 Pazar

Suyun Boğulduğu Yerden*




Güneş batmamakta ısrar ediyor bugün

Sular bulanmış..denizler akıntısına set çekmiş gibi..

Rüzgar eteklerini toplamış şehrimden

Ağaçların dalları ölesiye durgun..yaprakların en yeşiline hazan vurmuş gibi

Çocuklar gökyüzünden uçurtmalarını çekmiş


Simitler susamını dökmüş..
kalemler suya batırılmış gibi..

Yolcular dönüş biletlerini yakmış..Mendillere is bulaşmış

Son trenin ardından sallanan el henüz inmiş gibi..


Güneş batmamakta ısrar ediyor bugün..

Uzaklar ne kadar uzak ..


Biri Mesafelerin payına düşmüş gibi..



NüHa




*E.Cansever=Su şiirinden ilhamla

10 Mayıs 2011 Salı

Yine Geldik..

Selamun aleykummm...


:)


Nerede kalmıştık değil, nereden başlamalı daha doğru sanırım..kaldığımız yeri dahi unutturucak kadar hızlı ve hoyratça bir hayatın içinde salınıyoruz zira..Kimsenin durup düşünmeye,susup dinlemeye ayıracak zamanı kalmamışken bu tarz bir blogda yazmak pek makul gözükmeyebilir ama yazmanın kimseye ayarlı bir iş olduğunu düşünmeyenler ancak buraların kıymetini bilip hak verebilir.


Buhurumavi'yi wordprrss'e aktardığımdan beri mülteci kampında gibi hissediyordum kendimi.


Mekan zincirini kıramayanlardanım* yeşil ölemeyenlerdenim** :) diye içten içe hayıflansamda birçok kişinin oraya angaje olamadığı da bir gerçekti..


Neyse blog,buraları özledim kısacası...buhurumavi 'nin yazı serüvenide,anlamı da başkadır bilirsin..

Başkalaştıranlara minnet ve şükranlarımla :)



NüHa



*bknz.İnsanın dört zindanı
**bknz.Ölümün dört rengi

Dücane'ye Dair..




"Onun kulluğu aramaktır"(A.Tantik)





Böyle diyordu Abdülaziz Hoca Cündioğlu için..Malum olan Dücane gerçeğini güvenilir bir dil olarak ikrar ediyordu.. Okurlarının onun hakkında söyleyebileceği kaç cümle vardır ki içinde aşk,hakikat ve yol geçmemiş olsun.. tümü aramakla bulunan yada aramak için gerekli olanlardır..

Dücane’ye dair yaptığımız okumaların nihayetinde ”çözümlemeye muvafık olduk” demenin hakkı olmadığını bilen bir kimse olarak, o’nun düşünce dünyasının salt bir okuyuş ile kavranılamayacağı gerçeğinin altını çizerek tavsiye edebilirim ancak okumaya niyetli olanlara.. Fakat çözümlemenin de mümkün olduğunu ve sonrasında açılacak o büyük ufku da müjdelerim.. Okumak şöyle dursun Dücane kim? diyecek olanlara ise tek bir sözüm olur ; O’nu tanımasanızda cennete gidersiniz hemde daha kestirmeden Allah’ın izniyle :)

Onu çözmek derdinde olmak “çözdüm” dediğiniz her defasında yaklaştığınız yerden size vuracağı gerçeğini acı acı öğrenmektir.. Bu manada sürekli çözümleyen ve işaret eden bir zihnin karşısında “çözmek” kelimesi eğreti duracaktır. Okumaların başında “çözmek -çözümlemek ” ayrımını yapmış ve yolumuzu bu minval üzere çizdikten sonra işimizin kolaylaştığına şahit olmuştuk..

Dücane’nin büyük rahatsızlık duyup şikayet ettiği (ki o daha beter ifadeler kullanıyor ama ben edebe muğayir diye yazamıyorum ) kendine hayranlık boyutunu aşamayıp onca haykıran düşünce dünyasının tellerine dokunmayı dert edinmek bir kenara görmezden gelen, işin söz boyutunda takılı kalmış ve hayatta başucu yapılmayacak kitaplarını başucu yapabilecek derin(!) kimselerden -ki bunlar bilhassa hemcinslerimiz- olmamak ve gerçek manada bir okuma yapmak gayretindeydik ilk günden beri hamdolsun..

Okumanın,tecrübe ve düşünce ile birleşince ancak insanda sindirilmiş bir bakış açısı halini alabilir olduğuna bu okumalar esnasında çok kez şahit olduk ve ‘Düşünce düşlen’meli dedik.. Bir düşüncenin düşünü kurmanın lezzetinde bilmenin haz dünyamızın nasılda bir parçası olduğunu belki iyi belki kötü anladık ve kabullendik..

Dücane’ye dair okunanlar bir tarafa payımıza en çok had bilmek kaldı desem, abartmanın ve mütevaziliğin,bu sözü söylemekte hiçbir payı olmadığını da açık yüreklilikle itiraf edebilirim..

Bu kadarı bile kâfi idi ki diğer nasibimize düşenler değeri biçilmez bir lütuf oldu..

Çizdiği dairelerin arasında dolanmak ve dairemizde onu bir halka kılmak şuur halinde delilik istemekti…yaşatana Hamdolsun..



Son olarak; Dücane desin ki…

“Oysa eve dönmedikten sonra yola çıkmanın ne anlamı var?”


Yola çıkmak için yoldan çıkanlara selam ile..



NüHa